20 Aralık 2010

Bizim için dayan Lefter !




"ne güzeldi seninle aynı havayı solumak! ne güzeldi heykelinin dikildiği gün, takım elbiseler içerisinde, bir çocuk kadar heyecanlı o halini görüp çubukluya tekrar sevdalanmak!" (3 Mayıs 2009)

Adaların farklı bir havası vardır; başıboş köpekleri, kedileri, ormanda özgürce gezen atları, bisikletlileri, herbiri rönesans mimarlarının elinden çıkmışcasına ihtişamlı evleriyle; değil başka bir şehir, başka bir ülkedeymiş hatta düşler diyarındaymış hissi verir insana. Hele ki mevsim kalabalıkların her metrekareyi işgal ettiği ilkbahar ya da yaz değil de kışsa. Ya da güze çalıyorsa; bir de yüzünüzü ıslatıyorsa inceden bir yağmur...

Üzerlerimizde bir pazar yorgunluğu ama aynı zamanda düşler ülkesine ve düşler ülkesinin bizler için esas sahibine geliyor olmanın verdiği mutluluk ve heyecanla çıktık yola. İstirahat halinde olduğunu ve bizi kabul edeceğini bilerek geçen birkaç saatten sonra, seni görmek, elini öpebilmek ve bizi gördüğünde yüzünde oluşacağını bildiğimiz o tebessümü, hiç silinmemecesine belleklerimize kazıyabilmek için, yağmurla birlikte, Ada'nın güneyinden kuzeyine, çubuklu bir yolda, sana nasıl hitap edeceğimizi/etmemiz gerektiğini bilemediğimizi birbirimize itiraf ederek...

Elinde şemsiyen, üzerinde lacivert montun ve tüm o azametinle, ülkenin ortasında bizi beklerken bulduk seni. Bir esnafın da dediği gibi her yeri senin olan ülkenin. Orada kelimeler, kurulması gereken ama nasıl kurulacağı bilinmeyen cümleler bitti. Son nefeslerimizde gözlerimizin önünden geçecek film şeridinin sarı lacivert parçalarına bir yenisi daha eklenmeye başladı. Düşler ülkesinin çubuklu formalı kahramanı...

- günahtır, böyle olmaz, ıslanırsınız.
- biz seni görelim, elini öpelim yeter...

- siz oturmazsanız ben de oturmam, gelin oturun şöyle!

- bu akşam maçımız zor. Gençler iyi takım, dişli takım!
- bizden bir isteğin var mı?
- takıma desteği hiç bırakmayın. buradan da iskeleye gidin ıslanmayın, üzülüyorum...


Düşünüyordum; "ne söylenir, hangi cümle kurulur?" diye. Anlamsızmış düşünmek. Yanında, elini tutarken, sesini duyarken, senin o yüce kalbinden bu kalplere bir yol oldu aktı tüm düşünceler, duygular, sevgiler. Çubuklu bir yol. Düşler ülkesinin, senin ülkenin tam ortasından geçip yine sana ulaşan...

Tanrı, yüreği sarıyla ve lacivertle çarpan her aşığın ömründen ömürü senin o güzel ömrüne eklesin... 

www.vamosbien.org dan alınmıştır

03 Aralık 2010

Komünistler Moskova'ya / Sırrı Süreyya Önder

"Rusya’yı bekleyen akıbet de böyle oluştu. Isınma, barınma, eğitim, haberleşme ve sağlık ücretsizdi. Bir evde, bir bebek doğduktan sonra iki yıl boyunca her gün kapısına ücretsiz iki şişe süt bırakılan bir ülkeden, marka bir cep telefonu uğruna etini sunan insanların cehennemine dönüştü. İnsanlar aynı insanlardı ama sistem kötülüğe evrilmişti. 

Efendim şimdi insanlar daha özgürmüş, serbest rekabet varmış. 

Rekabetinizi sevsinler!"



10 Kasım 2010

Güzel İnsan


"bugün trabzonspor idmanına getirilen vuvuzela antremana giren futbolcuların elinden ve çalma girişimden geçtikten sonra sahaya en son giren Şenol Güneş'in eline gelir.

- vuvuzela'yı hocaya veren görevli; içi boş bunun hocam
- şenol güneş; olur mu. içinde bağımsızlık var, özgürlük var bunun.. "

01 Kasım 2010

Mia aioniotita kai mia mera





 













Ey, Selim.

Ne yazık ki,
bu gece bizimle olamayacaksın.
Ey, Selim!
Ben korkuyorum, Selim.
Deniz çok büyük!
Gittiğin yerde seni
ne bekliyor, Selim?
Gittiğimiz yer nasıl olacak?
Dağlar ya da geçitler,
çeteler ya da askerler...
...asla geri dönmedik.
Artık denizi görebiliyorum,
uçsuz bucaksız denizi.
Gece, kapısının önünde,
gözyaşları içindeki annemi gördüm.
Noeldi. Çanlar çalıyordu.
Dağlara kar düşmüştü.
Sen de hâlâ oradaydın,
bize anlatmak için...
...bütün o limanları,
Marsilya'yı, Napoli'yi...
...bütün dünyayı.
Ey, Selim! Anlat, anlat bize,
bütün bu koca dünyayı anlat bize.
Ey, Selim! Anlat, anlat bize...

22 Ekim 2010

Çocuğun Ölümü


alev sarısı rüyalar içindeyim
koymayan ellerimi gecelerden yana
pul pul dönüyor şekiller pul pul
şekiller... uçan uçana

alışmak ister toprağa sükana
sallama beni sallama beşik
yavru kuşlar tomurcuklar için
buncağız mı sürer misafirlik

esmer aydınlığında ağır
bir akşamüstünün gözlerim
meyveler almış rengini dudağımın
söyleyin söyleyin gülebilir miyim

uyutmaz beni ninniler şimdi
ve gürültüler uyandırmaz
her şey sessiz
her şey dümdüz olsa ne gezer
saçlarım hala asi, hala yaramaz

giderim gitmesine lakin
oyuncaklarım kimin olacak
beş vakit tuttuğu anneciğimin
kollarım kimin, parmaklarım kimin olacak

Gülten Akın (1952)

11 Ekim 2010

Wer Yade !

"Şanlıurfa'dan insan manzaraları'' adlı belgesel fotoğraf çalışmasında, NTV Prodüktörü Bahar Ünsal tarafından çekilen bir ‘o’ an. Duvarda asılı olan bir çaydanlık ve arkada netsiz görüntüsüyle hüzünlü bir insan... Birkaç gün önce kaybettiğimiz Kazancı Bedih'in 1998'deki bir ‘o’ anını yansıtıyor bu fotoğraf. Bedih, yoluk çaydanlık ve cezve tamir ettiği dükkanında, o her zamanki sakin, mütevazı ve hüzünlü haliyle oturuyor. Ve belki de bu ‘o’ an, halk müziğine onca katkısına rağmen ölümünden önceki durumunu ortaya koyuyor..."

04 Ekim 2010

Biliyordum...

"Erimiş naylon yığınlarının
Tesbih seslerinin arasında dolandım
Ayağıma Keçi ayakları takıldı
Kedi iskeletleri..
Ufukta ayna yüklü kuşlar vardı
Biliyordum...
Onlara ulaşsam kendimi bulacaktım
Biliyordum."

24 Eylül 2010

A.Ş.


A.Ş. - [Medyasoft Kısa Film] from armagan teselli on Vimeo.

Oyuncular: Armağan Teselli, Sevgi Demirbaş, Tevfik Fikret Bakan, Banu İnan, Mehmet Taha Doğruyol

Yapımcı: Tevfik Fikret Bakan, Banu İnan, Cüneyt Tonguç

Senaryo: Mehmet Taha Doğruyol

Yönetmen: Halid Özgür, Mehmet Taha Doğruyol

Buğrahan Pir, Cüneyt Tonguç, Doğu Pabuçcuoğlu, Duygu Kasal, Hamide Güven, Hayrettin Üçüncü, Kerim Ocak, Özcan Demirci, Pervin Köse, Sırma Erkan, Turgay Uludağ, Uğur Haliloğluları, Yücel Ertuğrul, Ömer Yurdaün 

15 Eylül 2010

9/12

"Yirmi yıl cezaevinde yattım. Tüm ilişkilerim kopmuş durumdaydı. Aradan yirmi yıl geçmişti. Kuşağımız zaten darmadağın olmuştu. Cezaevinden çıktıktan sonra Türkiye’yi dolaştım ve şunu gördüm: Güce tapan bir toplum haline gelmişiz. 1984’te cezaevinden alınıp sorguya götürüldüğümde, Tunceli sıkıyönetim komutanı şöyle demişti: “Çıktığınızda öyle bir gençlikle karşılaşacaksınız ki, ne onlar sizi tanıyacak, ne de siz onları.” Karşılaştığım tablo o sözü hatırlattı bana. Fark ettiğim çok açık bir şey vardı: 12 Eylül kabullenilmişti."
Celalettin Can
78’liler Vakfı sözcüsü
(Express sayı 53, Eylül 2005)

27 Ağustos 2010

Sivilleşme yanlısı Cemaat ve Şürekasının Asker Sevgisi !



 
"Bu düşman kıskıvrak yakalama.. Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en mualla yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, bir evvelki sene selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri Mehmetçik’e teşekkürler sunulmuştu.

Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar (5) berteraf edilebilsin.

Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz"

Sızıntı Dergisi
Ekim 1980  
Yıl :2 Sayı :21  

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/son-karakol.html



18 Ağustos 2010

Çocuk bakışları

DİYARBAKIR’ın Silvan İlçesi’nde seyyar satıcılık yapan evli ve 4 çocuk babası 40 yaşındaki Hacı Oruç, iftar açmak için geldiği evinde eşinin, “Yemek yapacak bir şey yoktu, yemek yok” demesi üzerine bunalıma girip, evin bir odasında kendini asarak canına kıydı.

"Yanıbaşında komşusu açken kendisi tok yatan kimse hakiki mü'min değildir." Hâkim, II, 15

16 Ağustos 2010

Manyak Katya !


 


"" bana da acımakla vakit kaybetme montjean.
ben hayatta kendi durumumu dikkatle saptadım.
ne fazla mutluluğa, ne de fazla acıya yer bırakıyorum.
kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim.
zevklerim var ama iştahlarım yok.
gülüyorum, ama pek seyrek gülümsüyorum.
beklentilerim var, ama umutlarım yok.
esprilerim var, ama mizahım yok.
çok atağım ama hiç cesaretim yok.
açık sözlüyüm ama içtenliğim yok.
çekiciliği güzelliğe tercih ederim.
rahatlığı da yararlılığa tercih ederim.
güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden iyidir.
her şeyde yapaylığı seçerim! ""

06 Ağustos 2010

Keşke o yün içliği giymeseydim bu sabah...


Sıcaklık 140 derece hissedilecek

Kavurucu sıcaklar Türkiye'ye adeta yerleşti. Son yılların en uzun süreli sıcak hava dalgası yaşanırken, uzun bir süre daha sıcaklıklarda düşüş beklenmiyor.

30 Temmuz 2010

Bosna Olmayalım


"Miroslav Milankoviç; her dünya barış gününde öyküsünü anlatmaya söz verdiğim çocuk... Adını ilk kez 1991 sonbaharında Belgrad'da bir savaş karşıtı gösteride duyduğum çocuk...

O yılın 20 Eylülünde orduya yeni katılmış bir grup asker arasında tartışma çıkmıştı. Grubun yarısı silahlarını bırakmayı, savaşmama-yı, diğer yarısı ise büyük bir iştahla savaşmayı savunuyordu. Ya savaşa gidecek ve daha dün arkadaş, komşu olduklarını öldüreceklerdi ya da savaşa girmeyip "vatan haini" damgasını yiyeceklerdi. O ikisini de yapamaz. Delikanlı yüreği ne komşularını öldürmeyi ne de "vatan haini" damgası yemeği kaldırır. O gün Şid kasabasının hayvan pazarında kendisini vurur. O kadar dokunur ki onun tercihi barış severlere; Miroslav Milankoviç'i barış hareketinin sembolü yaparlar.

İşte olmamak gereken Bosna, böyle tercihlere zorlar her vicdan sahibi insanı.

Böyle tercihlerde bulunmamak için yarın; kendi Bora ve Ramizlerimizi, "Mehmmedleri-mizi ve Mehmetlerimizi" mumla arar olmamak için, şimdiden haykırmaktı: "Bosna olmayalım". Olmamak gereken Bosna, Bora ve Ramizler'in mezarlarında ters döndükleri, Mi-lankoviçler'in o zor tercihe zorlandığı Bosna'dır. Olmak gereken Bosna'da Bora ve Ramizler'in el ele yürüdüğü, Mehmet'in Mehm-med'e omuz verdiği Bosna.

Hangi Bosna olmak istediğimize karar vermek gerek, geç olmadan!"

L.Doğan Tılıç - BirGün 

06 Temmuz 2010

KABLO'DA İNDİRİM


"Fırtınalı bir denizin içindeyiz, kayalara çarpmadan, akıntıya kapılmadan kendi gücümüzü ortaya koyacağız. ...İş yapacağız, iyi olursa 'Aferin Aykut' diyecekler, kötü olursa da 'Yaptık, denedik olmadı herkese teşekkürler Allahaısmarladık' diyeceğiz."

23 Haziran 2010

Seni Görmem İmkansız, Çok Mutlusun

“gördüm ki, o meyhanede sen başka bir adamla oturuyorsun
ve çok mutlusun
ve burada
bu sokakta
kalbim yüzbin parça
yollar daralıyor
ölsem damarlarında”

Buradan dinlenir 

Buradan indirilir

05 Haziran 2010

RACHEL CORRIE

bu sabahtan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum. oturup uzun uzun, ne kadar büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu ilk elden keşfedişimin verdiği düş kırıklığı üstüne yazdım. oysa en ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıydım, ki bunu daha önce bilmezdim. GALİBA ASLOLAN, ONUR…


çoğumuz hatta aslında hiçbirimiz, bu kadar duyarlılığa ve cesarete sahip olmadık. içimizde hissettiğimiz acının peşinden gitmedik. durduk. sonuçlarına katlanamazdık çünkü. televizyondan seyretmesi daha kolaydı. gazetelerden okumak da öyle. oturduğumuz yerden bir şeyler karaladık en fazla. öfkelendik, kaleme/klavyeye davrandık… ha, şu anda ben de farklı bir şey mi yapıyorum? hayır… bu durumda seyircilerden biri miyim? evet… insan olmak, en çok böyle durumlarda acı geliyor işte. onurdan çok zulme yakın olup bu olanlara alıştığımız zaman… umursamamaya, gazetede görünce sayfa çevirip televizyonda denk gelince kanal değiştirmeye başladığımız an… orda ölenler biz olmadığımız için mi bu kadar rahatız? yoksa kanıksadığımız için mi? ölen her herde ölüyor, giden hiçbir yerde geri gelmiyor oysa…


kaynak: iç mihrak / facebook

31 Mayıs 2010

Başim bir hoş oliyi da Derya'nun sevdasundan...

Aylardır istisnasız her sabah duşta söylediğim şarkı merak ediliyordu.

işte o şarkı:

2,500 metre

yüzüp de bu sıcakta buz gibi bira içemeyeceksem, lanet olsun o mayoya da, gözlüğe de, terliğe de...

26 Mayıs 2010

Büyük Çerkes Sürgünü: Biz halkız, biz sürgünde bir halkız...


SÜR ATINI GECENİN İÇİNDEN
(Kafkasya’yı Geceleyin Boydan Boya Geçerken*)
 
Sür atını! Gecenin ortasından sür!
Sür; gecenin içinden.
Görüntüler... Anılar
Gök gürültüsünden süzülen yankılar.
Şimşekler, kahkahalar...
Binlerce güvercinin sesinde çığlıklar.
Sür atını! Gecenin ortasından sür!
Sür; gecenin içinden.
Karanlığın kadife örtüsü,
Sessiz ağaçların belirsiz görüntüsü...
Durmuş bakıyorlar.
Ki, yaşamın gizine ermiş sessiz tanıklar onlar
Sür atını! Gecenin ortasından sür!
Sür; gecenin içinden.
Mahmur tepelerde balkıyan yıldızlar,
Raks ederek, ta denize dökülüyorlar.
Sen, atını koştururken dörtnala ülkende,
Onun yumuşak eli hep üzerinde.
Nereye gidersen git,
Çizer kaderini de.
Sür atını! Gecenin ortasından sür!
Sür; gecenin içinden.
Beni de al, beni de al gezine,
Götür beni de zamanın ötesine.
Sözcükler yitip gitti,
Sığındı sesler orman mabedine.
Yanıtlar bul, sorular sor.
Ulaş köklerine o antik ağacın,
Al götür beni danslara, şarkılara
Süreceğim atımı denizin Ay’la buluştuğu ufuklara...
Sür atını! Gecenin ortasından sür!
Sür; gecenin içinden.

*Loreena McKennitt’in “The Book Of Secrets” albümündeki “Night Ride Across The Caucasus” şarkısının sözleri. Çeviren : Çetin Öner

25 Mayıs 2010

Van Gaal'dan

“futbol bir takım oyunudur. takım oyunu olduğu için bu oyunu oynayanlar birbirlerinden bağımsız hareket edemezler. eğer sahada bir oyuncu üzerne düşen görevi yapmazsa, bundan diğerleri zarar görür. bu yüzden her oyuncu, sahada yetenekleri dahilinde, üzerine düşeni yapmak zorundadur. bu da disiplinli olmayı gerektirir. sahada disiplin sağlamanın yolu, saha dışında disiplin sağlamaktan geçer. bir grup oyuncunun karşısına antrenör olarak ilk geçtiğimde onlara disiplin derken neyi kastettiğimi anlatırım. disiplin çok detaylı bir meseledir. antremandan yarım saat önce soyunma odasında olmaktan eşyalarınızı her zaman derli toplu tutmaya, yemek saatinde sofraya hep beraber oturmaktan vücudunuza iyi bakmaya pek çok şeyi kapsar. bir oyuncu buna uymazsa, onunla konuşurum. ceza vermek benim için en son çaredir. cezanın teknik direktörün yönetim zaafı olduğunu düşünürüm.”

“her antrenman iletişim için bir fırsattır. oyuncular antrenörlerin kendilerinden ne istediğini antremanda anlar. bu yüzden antremanı sık sık keser, o anda gördüğüm sorunla ilgili konuşurum. 11 sene öğretmenlik yaptım. nerede susup, nerede konuşmam gerektiği konusunda tecrübeliyim. genç oyuncularla 30 yaşındaki bir futbolcudan daha uzun süre konuşurum. tecrübeli bir oyuncu yaptığı yanlışları artık istese bile değiştiremez.”

“basın beni çoğunlukla her şeyi bildiğini zanneden otoriter bir figür olarak yansıtır. benimle çalışan insanlar öyle olmadığımı bilirler. her gün etrafımdakilerden yeni bir şey öğrenirim. oyuncularımdan, yardımcılarımdan, medikal ekibimden... etrafımdaki herkese bir önceki maç hakkında, bir oyuncu hakkında, gelecek karşılaşma hakkında ne düşündüğünü sorarım. bir lider olarak bunu yapmak benim görevim.”

“futbolda en önemli şey ‘takım’ olmaktır. karşınızdakinin neyi yapıp, neyi yapamayacağını iyi bilmelisiniz. yetenekleri kadar, eksikliklerini de öğrenmelisiniz. önemli bir maç öncesi en kilit oyuncularımdan birine ertesi günkü maçta hangi taktiği oynamamızın en doğrusu olacağını sordum; bana 4-3-3 dedi. o sistemi oynarsak ilk 11’de olmayacağını biliyordu ama takımı kendinden önce düşünmüştü. o gün birşeyleri başardığımı anladım.”

Yazık şu geçen zamana yazık !


"böyle mi sona erecekti? böyle parça parça mı olacaktı?
bu kadar yalan mı yaşandı her şey? hem size hem bize yazık..."

2005 Temmuz'unda tanıştığım şu dizinin sonunu görmeden ölmeyeyim diye dualar ettim, adaklar adadım.Gel gör ki bir dizi finali ancak bu kadar sıçabilirmiş onu öğrendim...

2 - 2... 2 - 2 Bursa'dan gol haberi mi var?

ɯnɹoʎışılɐç ǝʎǝɯlǝƃ uǝpuisǝʇsü ʞǝɹǝlüƃ 'ɹoʎıuɐʎ ɯıuɐɔ



24 Mayıs 2010

Issız Adam Keki

# 4 yumurta
# 1 yemek kaşığı tarçın
# 1,5 - 2 su bardağı rendelenmiş havuç
# 1 su bardağı çekilmiş ceviz (Cevizleri rondodan geçirirken çok küçük yapmamakta fayda aaaaaaaaaaaaağğğğğğğh yine ağlıyorummmmm

21 Mayıs 2010

6 Temmuz 959


Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni,
bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.